30 Ağustos 2008 Cumartesi

Geri Dönüyorum




Offf off! Buraya bir gelmesi dert bir de buradan gitmesi...

Kira sözleşmesini bitir, odayı temizle, hediyelik bul, okuldan sertifikaları al, arkadaşlarla vedalaş :(, bavul hazırla. Blog bekler.

Evet, hayatımda bir bölümün sonuna geldim. Ama her bitiş yeni bir başlangıçtır ve ben sonrasında ne olacak diye çok merak ediyorum. Önümüz Ramazan...

Çok özledim Ramazan'ıda. Her sene gelişiyle birlikte çocuksu bir heyecan, gidişiyle de bir hüzün kaplar içimi. Bu sefer daha farklı olacak pek tabii ki. Herkes aynı sorularla yurtdışı maceramı soracak/sorgulayacak bende anlatacağım.

Bir haftadır iyiydi. Koşturmaca, Londra'daki turistik etkinlikleri gerçekleştirirken çabucak geçti. Şimdi ise hüzünlüyüm.

Ne zaman geldim, ne zaman gidiyorum?
Bekle beni İstanbul ben geliyorum! :))

Herkese selamlar saygılar, hayırlı Ramazanlar.




26 Ağustos 2008 Salı

Hangi Okul, Danışmanlık Firmaları ve British Council Meselesi




Birlikte çalıştığımız şirkette, hemen hemen hergün, saat 1500 sularında gerçekleştirdiğimiz Türk kahvesi ritüelimiz sırasında;

“Ne gerek var dil okuluna? Senin yapman gereken daha çok pratik. Sen gitmişken bir business sertifikası al.” demişti, insanın bir ablası olması için kan bağı olmasına gerek olmadığının ispatı Reyhan Ablam.

Bu konuşma ve ardından gelen düşünüp taşınma süresi sonunda doğru olanın bu olduğuna karar verdim. Günlük yaşantım ve iş görüşmeleri sırasında idare ediyordum (fena değildim açıkçası :)) ama İngiltere'ye giderek ve orada bir şekilde bir öğrenim görerek bir farklılık yaratmam gerekiyordu

23 Ağustos 2008 Cumartesi

Kendinizi Tanıyın



Offf! Kulaklarım hala çınlıyor.
Çarşamba günü öğlen Tansu ve Ufuk ile Shadwell'de buluşup oradaki kapalı spor salonuna yüzmeye gittik. Bu Tansu Türkiye'deyken arada sırada (daha doğrusu göbek yaptığımızı kabul edip onu eritmeye karar verdiğimizde) yaptığımız bir şeydi. İstek benden geldi. Bu iki arkadaş “rigshaw” işinde olduğu ve gece gündüz pedal çevirdiği için zaten gayet fitler. Onların ki maksat muhabbet olsun, bana iyilik yapsınlar. Hele bacak kaslarını görseniz :)
Yüzmekten çok sohbet ettik. Hani filmlerde iş adamları saunada toplantı yaparlar ya... Onun gibi birşey oldu. Attığımız iki turda da dilimiz bir karış dışarı çıkıp can kurtaran arkadaşta “süreniz doldu” deyince verdiğimiz iki gramı kebap ve yahni ile kapatmak için Manor House'a yemek yemeğe gittik. “Akşama buluşalım,” dediler. Picadilly Circus'taki Tiger Tiger Club'a ya da adını şimdi hatırlamadığım, canlı müzik dinleyebileceğimiz bir Brezilya barına gidecektik. Covent Garden'daki underground istasyonunun karşısındaki

19 Ağustos 2008 Salı

İngiltere Vs. Avustralya




New Oxford Street'teki Starbucks Coffee'deyim. 6 ay öncede The Doors çalıyorlardı şimdi de... Yağmur çiseliyor, hava serince. Bana göre gayet güzel. Terletmiyor ve üşütmüyor. Tipik Londra havası yani. Ama tekrarlıyorum bu tamamen benim fikrim. Etrafta bir çok ceketli, atkılı insan, endişeli, sıkıntılı yüz görüyorum. “Off,” diyorlar. “Tipik Londra havası,” diye ekliyorlar benim gibi ama “Nefret ediyorum!” diye bitiriyorlar benim aksime. Neden bu kadar şikayet ediyorlar anlamış değilim. Tipik olduğunun farkındasın ama kendini buna ayarlayamamışsın.
Aslında serzenişlerinin sadece birer “ice-breaker”dan ibaret olduğunu biliyorum. Sohbetin bittiği yerde veya sohbete başlamak için kullandıkları bir mazeret hava durumu. Gerçeğin yanı sıra “şeytanın avukatlığını” yapıyorum ve “Neden sürekli mızmızlanıyorsunuz? Gayet güzel bir Londra havası, yağan sadece su ve sizde o kadar şeker değilsiniz?” o bilindik pis sırıtışımı da takınıyorum hemen yüzüme. Hava durumu konusunda benimde kaygılarım var elbette ancak bunlar İngiltere'nin günlük hayatı ile ilgili değilde memlekete geri döndüğümde, 30 derece sıcaklık altında erimekle ilgili daha çok.
İngiltere ve İngilizler çay ve çaya karşı olan düşkünleri ile tanınmalarına karşın her sokakta 3-4 Starbucks bulunmasıda ilginç yanlardan biri. Bu sadece Starbucks sayısı; bir de bunlara Cafe Nero, Pret-A-Manger ve diğer irili ufaklı bağımsız kahve dükkanlarını eklediğinizi düşünün. Burada kahve ile ilgili bir sıkıntı çekeceğinizi sanmıyorum.

16 Ağustos 2008 Cumartesi

fayn tenks end yu?



Biliyorum, biliyorum çok tembelim.

Bu blogu ingiltere günlüğü olarak planlamıştım ama her zaman ki gibi sadece planlamakla kaldım :) sevgili ülkeme geri dönmeme sadece iki hafta kaldı ve okuduğunuz bu cümleleri yazmaya başladım.

O kadar da kötü değil aslında. Sadece 6 ay geciktim. Oysa İbn Battuta, Morokko'lu, 22 yaşında Hacc'a gidiyorum diye evden çıkıp 29 yıl sonra geri dönen gezgin, ancak döndükten sonra yaşadıklarını kaleme almıştı. Tabii ki kendimi onunla kıyaslamıyorum ama yolculuk bittikten sonrada yazılabiliyormuş demek ki.

Yurtdışına çıkmak, orada zaman geçirmek, yeni bir dil, yeni bir kültür öğrenmek... dünyadaki bilginin %90'ı ingilizce ve teknolojinin terminolojisi de öyle. Artık yayınevlerinin çoğu bu tarz kitapların çevirisini yapmaya zahmet etmiyor bile. her ne kadar kariyer için tartışılmaz artıları olsa da günümüz insanının görüp anlaması gereken bir şey var : dünya küçücük ve küçülen bu dünyaya ait bir vatandaş olmak istiyorsanız onun kurallarına göre oynamak zorundasınız. dünyanın baskın kültürünü, ortak dilini öğrenmek onunla üretmek zorundasınız ki var olabilesiniz.