19 Ağustos 2008 Salı

İngiltere Vs. Avustralya




New Oxford Street'teki Starbucks Coffee'deyim. 6 ay öncede The Doors çalıyorlardı şimdi de... Yağmur çiseliyor, hava serince. Bana göre gayet güzel. Terletmiyor ve üşütmüyor. Tipik Londra havası yani. Ama tekrarlıyorum bu tamamen benim fikrim. Etrafta bir çok ceketli, atkılı insan, endişeli, sıkıntılı yüz görüyorum. “Off,” diyorlar. “Tipik Londra havası,” diye ekliyorlar benim gibi ama “Nefret ediyorum!” diye bitiriyorlar benim aksime. Neden bu kadar şikayet ediyorlar anlamış değilim. Tipik olduğunun farkındasın ama kendini buna ayarlayamamışsın.
Aslında serzenişlerinin sadece birer “ice-breaker”dan ibaret olduğunu biliyorum. Sohbetin bittiği yerde veya sohbete başlamak için kullandıkları bir mazeret hava durumu. Gerçeğin yanı sıra “şeytanın avukatlığını” yapıyorum ve “Neden sürekli mızmızlanıyorsunuz? Gayet güzel bir Londra havası, yağan sadece su ve sizde o kadar şeker değilsiniz?” o bilindik pis sırıtışımı da takınıyorum hemen yüzüme. Hava durumu konusunda benimde kaygılarım var elbette ancak bunlar İngiltere'nin günlük hayatı ile ilgili değilde memlekete geri döndüğümde, 30 derece sıcaklık altında erimekle ilgili daha çok.
İngiltere ve İngilizler çay ve çaya karşı olan düşkünleri ile tanınmalarına karşın her sokakta 3-4 Starbucks bulunmasıda ilginç yanlardan biri. Bu sadece Starbucks sayısı; bir de bunlara Cafe Nero, Pret-A-Manger ve diğer irili ufaklı bağımsız kahve dükkanlarını eklediğinizi düşünün. Burada kahve ile ilgili bir sıkıntı çekeceğinizi sanmıyorum.

Özellikle bu şubeyi seçmemin sebebi civerdaki en büyük, en iyi manzaralı, ders çalışılabilecek ya da diz-üstü bilgisayarınızı rahatça kullanabileceğiniz iki adet toplantı masasına sahip olması. Bir de İngiltere'de geldiğim ilk kahvehane olması. (Kahvehane kelimesi biraz garip mi kaçtı? Iyi de Cafe'nin Türkçesi ne ki?) İngiltere'nin tam göbeğinde Londra'da, Londra'nın tam göbeğinde New Oxford Street'in başında bir kahvehanede oturuyorum ve hiç ama hiç kimse İngilizce konuşmuyor. :) Duyduğum lisanlar arasında Rusça (sanırım), Türkçe (tabii ki :)), İspanyolca, çokça Çince, biraz Arapça ve Portekizce var. İngilizce... ı-ıh yok. Bu durum Londra'nın en büyük avantaj ve dezavantajlarından biri. Dünya'nın her köşesinden insanlarla tanışabilir, kültürleri hakkında bilgi sahibi olabilir ama aynı zamanda birinci sıradaki önceliğiniz olan yerel İngiliz kültürüne ulaşama amacınızı gerçekleştiremeyebilirsiniz.
İnanıyorum ki Dünya'nın ancak çok az bölgesinde bu kültürel çeşitliliğini bulabilirsiniz. Mesela Avustralya'da bunu yakalayabilir miydim, emin değilim.
Nasıl ki Amerika'ya gitmemek için açıklanamaz sebeplerim varsa Avustralya'ya gitmek için de açıklanamaz sebeplerim vardı. Avustralya'nın beni ilk etkilediği zaman Sabah gazetesinin 50 değil, 40 değil, 35 değil, 30 değil, sadece 29 kupona verdiği büyük boy, kuşe kağıda basılmış bir atlastı. Içerisinde Dünya'nın en etkileyici yerlerinin tanıtımları ve fotoğraflarının olduğu bölümdeki Avustralya sayfalarını kaç defa okuduğumu hatırlamıyorum. (Tamam tamam sadece 2 defa, ama yazarken biraz abartmalıyım değil mi?) Diğer ülkelerden ne kadar dişe dokunur farklı yanı var tartışmaya çok açık tabii ama her fırsatta Ayers Kayası'nın yerel dildeki adının Uluru olduğunu, yerliler tarafından kutsal sayıldığını ve tırmanmanın uğursuz kabul edildiğini anlatıp hava atmaktan geri kalmıyordum. “Bir gün o kayaya dokunacağım!” Benim bu heyecanlı anlatışıma karşılık sohbet genelde “Yaa Aydın başka işin yok mu senin?” diye bitiyordu. Aslında evet başka işlerim vardı ve onlarla uğraşırken Avustralya hayallerimde rafa kaldırılmış ve tozlanmaya terk edilmişti. Ta ki İngilizcemi geliştirme ve bunu da yurtdışında yapma kararı alana kadar.
Internetin bir nimet olduğunu düşünenlerdenim. Internetin, Google ve diğer arama motorlarının olmadığı zamanları “karanlık çağ” olarak adlandıracak kadar. Aklıma takılan her soru ve sorunda bir kaç tıklama ve binlerce sayfa bilgi (güvenilirliğini filtrelemek size kalmış) emrime amade. Yurtdışı dil eğitimi ile ilgili araştırmamda da pek farklı olmadı. Arama motorlarına yazdığım kelimeler arasında yurtdışı dil eğitimi, Avustralya, Sydney, Opera House, down-under, out-back, Cambridge, Oxford, Londra, Brighton, Bournmouth, biraz çeşitlilik olsun diye Glasgow, Edinburgh, Vancouver vardı.
Internet dışında kursumdaki öğretmenlerden de bilgi almaya çalışıyorum. “Eğer aradığın deniz, güneş, bikinili kızlar ise Avustralya.” diyorlardı. Hmmm... kışkırtıcı. Avrupa, bayramda seyranda gelip gitmek (bir türlü kısmet olmadı), İngilizce'nin ana vatanı, başdöndürücü kültürel çeşitlilik ise İngiltere. İngiltere'de ise Londra...
Avustralya ile yaptığım araştırmalarda insanların sıcak kanlı, yardımsever olduklarını ve spora önem verdiklerini okuyordum. Birde 1 yıl yaz tatili gibi bir hayalim vardı. Malum Avustralya diğer yarıkürede ve iklimi bizimkinin tam tersi. Bütün planlarımı Ocak 2008'de ayrılmak üzere yapmıştım. Türkiye'de ve İngiltere'de kışın Avustralya'da ise yazın ortası olacaktı. 6 ay sonunda geri döndüğümde ise Türkiye'de yaz mevsimini yaşıyor olacaktım :)
“Hayattaki en güzel şeyler bedava. / Hava bedava, su bedava...” demiş şair. YANLIŞ!!! Herşey ama herşey için para ödemek zorundasınız. Ben yurtdışında kalış sürem boyunca çalışmayı düşünmediğimden (evet zenginim ve evet yanlış karar :)) döviz kuru hayati önem arz ediyordu. Karşılaştırdım; 1 İngiliz Pound Sterling'i 2.5 YTL civarı, 1 Avustralya Doları 1.15 YTL civarı. Artı konuştuğum insanlar ve internet kaynakları İngiltere'nin çok pahalı Avustralya'nın da ucuz (çok değil) olduğunu söylüyordu.
Buraya kadar herşey Avustralya'nın daha iyi bir seçim olacağı izlenimini veriyordu, Bilgisayarıma arka plan resmi olarak Sydney Opera Binasının resmini koymuştum bile. Ancak madalyonun birde öbür yüzü vardı. İki ülke arasındaki okul fiyatlarını karşılaştırdığımda pek fark olmadığını görüyordum, İngiltere merkez olmak üzere şöyle bir Avrupa turuna çıkmak çok çekici geliyordu, Avustralya'ya uçak parası o kadar pahalıydı ki İngiltere'deki 1 aylık yaşam masraflarıma denk geliyordu üstelik istediğin zamanda uçak bulamıyordun, bulsanda 48 saatlik yolculuk ile 4 saatlik yolculuğun tercih edilebilirliği açıkça ortada, “Lost uçağı” Avustralya'da düşmemiş miydi? Avustralya'daki kültürel çeşitlilik, aralarındaki farkı ayırt edemediğim, Japon, Koreli, Çinli, Taylandlı çekik gözlü ırkın çeşitliliği kadardı. İki değerli ve sevgili arkadaşım Tansu ve Vural bir süredir aynı hayalin peşinde Londra'daydılar ve bana oraya alışmam konusunda bana yardımcı olabilirlerdi (oldularda. Sonsuz teşekkürlerimi gönderiyorum.) Amerika'yı... pardon, Avustralya'yı yeniden keşfetmeye gerek var mıydı? Sorular, sorular, sorular...
Bir Ramazan günü, önce öğretmenim sonrada arkadaşım olan, James tarafından iftara davet edildim. İftar'da James'in nişanlısı Tuğba ve Nina adında (asıl adının Nihal olduğunu ve dil okullarının Türk öğretmenlere pek fırsat vermediği için bu kod adı kullandığını öğrendik.) 2 yıldır İngiltere'de yaşayan, 3 aydır Türkiye'de İngilizce öğretmenliği ile geçimini sağlayan aslında Londra'da pazarlama yöneticisi olan Avustralyalı-Türk bir arkadaşları bulunuyordu. Sanırım bu araştırma ve karar verme süreci içerisindeki son nokta bu iftar akşamı oldu. Bu akşam, James ve Tuğba'nın bana büyük bir kıyağı idi. Nina'ya İngiltere ve Avustralya hakkındaki her türlü soruyu sorabilirdim ve o da ilk ağızdan cevaplandırabilirdi.
Öyle yaptım bende. O da sabırla cevapladı.
Dersten sonra Bondi Plajında yüzemezdim çünkü köpek balıklarının saldırma oranı çok yüksekti, keyifli bir gezi yapabilmek için çok vakit ve para harcamam gerekliydi çünkü şehirlerin arası çok çok çok uzaktı, Outback'a gitmek vahşi doğası yüzünden zaten tehlikeliydi ve ayrıca turistleri hedef alan bir seri katil hortlamıştı. En önemlisi ise Avustralya'daki gençler, kendisi gibi, başka ülkelere göç ediyor ve oralarda birer hayat kurmaya çalışıyorlardı. Nüfus giderek yaşlanıyor, emekliler ve onlara hizmet veren sektörlerde çalışanlar arasında bölünüyordu.
Bu güzel gece için ev sahiplerine ve Nina'ya teşkkür edip ayrıldığımda kafamda herşey berraklaşmıştı. O zamana kadar heyecanlı bir macera, güzel bir gündüz düşü olarak gördüğüm Avustralya'yı potansiyel olarak kötü bir deneyime dönüştürmenin bir anlamı yoktu.
Hedef LONDRA!





1 yorum:

  1. Guzel bir site oldu tebrikler bid eyurtdışı eğitim ile ilgili detaylı bilgi arıyorum ilginiz için tesekkurler

    YanıtlaSil