23 Ağustos 2008 Cumartesi

Kendinizi Tanıyın



Offf! Kulaklarım hala çınlıyor.
Çarşamba günü öğlen Tansu ve Ufuk ile Shadwell'de buluşup oradaki kapalı spor salonuna yüzmeye gittik. Bu Tansu Türkiye'deyken arada sırada (daha doğrusu göbek yaptığımızı kabul edip onu eritmeye karar verdiğimizde) yaptığımız bir şeydi. İstek benden geldi. Bu iki arkadaş “rigshaw” işinde olduğu ve gece gündüz pedal çevirdiği için zaten gayet fitler. Onların ki maksat muhabbet olsun, bana iyilik yapsınlar. Hele bacak kaslarını görseniz :)
Yüzmekten çok sohbet ettik. Hani filmlerde iş adamları saunada toplantı yaparlar ya... Onun gibi birşey oldu. Attığımız iki turda da dilimiz bir karış dışarı çıkıp can kurtaran arkadaşta “süreniz doldu” deyince verdiğimiz iki gramı kebap ve yahni ile kapatmak için Manor House'a yemek yemeğe gittik. “Akşama buluşalım,” dediler. Picadilly Circus'taki Tiger Tiger Club'a ya da adını şimdi hatırlamadığım, canlı müzik dinleyebileceğimiz bir Brezilya barına gidecektik. Covent Garden'daki underground istasyonunun karşısındaki
Nag's Head adlı pubda buluştuk. Biraz muhabbet, biraz içki (ben kola içtim. Valla :)) derken “Haydi,” dendi, “Gidelim gideceğimiz yere.” Onlar önde ben arkada Leicester Square'den geçip Wardour Street'in başındaki O'Neils adında bir rock bara girdik. Orada da canlı müzik vardı. “Adamlar çok iyi yaaa” deyip durdu Ufuk, bende “Eh işte, fena değil.” diye cevap verdim yarı şaka yarı ciddi. Solist artık anladı mı ne dediğimi yoksa alçak gönüllü bir kapanış konuşması mıydı sadece bilmiyorum “Bu gece pek iyi değildik ama yarın daha iyi olacağız, iyi geceler!” dedi saat 2'de. Biz de ayrıldık bittabii.

Bardaki bir başka anekdotta tuvaleti ile ilgili aslında. Yok yok iğrenç bir şey anlatmayacağım :) Onca koladan ve maden suyundan sonra (Yaw niye inanmıyorsunuz?) tuvalete gitmek gerekti tabii. Neyse işimizi gördük, elleri yıkayacağız karalardan bir arkadaş durmuş musluğun başında. Lavobonun etrafında her türlü parfüm mevcut. Sağa sola bakındım sabun için, adam sabunu uzattı. Su için uzandım, musluğu açtı. Havlu arandım, hemen iki tane kağıt havlu uzatıverdi. Bıraktım bir teklik “OK?” dedim “OK.” dedi gülerek. Bilseydim fermuar içinde uğraşmazdım :)
Velhasıl kelam O'Neils'deydik çarşamba gecesi. Kulaklarımın çınlaması ondan. Ve bugün Cuma!
“Hay kulağına!” diye söyleniyor musunuz şimdi? Hmmm haklısınız asıl konuya dönelim değil mi? Londra'ya gelmeye karar verdim. Pekiyi ya sonra?
Gideceğim yeri yurdu seçince araştırmalarımı o yönde yoğunlaştırdım. Ülkeler arasından ülke, şehirler arasında şehir seçmekten çok daha kolaydı tabii. Şimdi araştırıp öğrenmem gereken İngiltere'nin ve özelliklede Londra'nın nasıl bir yer olduğu, konaklama, yeme, içme, ulaşım masraflarının ne kadar olabileceği ile ilgiliydi. Ve karar verilecek bir şey daha kalmıştı geriye : Hangi okul?
İngiltere ve Londra ile ilgili bilgeleri eş dost dışında aşağıdaki linkleri dolaşarak, okuyarak edindim. Size de tavsiye ediyorum. Ne kadar çok bilgiye sahip olursanız o kadar iyi.

http://www.ef.com.tr (çok güzel videoları var. izleyin gaza gelin. Aman ha o gazla gidip okula kayıt olmayın hemen. Okuyun bakalım neler yazıyor aşağıda.)
Yukarıdaki linkler arasında ingiltereforumlari.com favorim. Bir çok ana başlık altında, bir çok yardımsever arkadaşla tanışıp bilgi paylaşımında bulunabilirsiniz. Ancaaakkk forumlarda çok fazla dolaşmanız kafanızı karıştırıp sizi umutsuzluğa düşürebilir onu da hemen belirteyim. Bunun nedeni; insanların farklı beklenti seviyelerinin, farklı dünya görüşlerinin, farklı yaşam tarzlarının ve farklı İngilizce seviyelerinin olmasından kaynaklanıyor diye düşünüyorum.
Hemen buraya büyük harflerle notumuzu düşelim o zaman.
KURAL 1 : KENDİNİZİ TANIYIN.

Hayır hayır! Sakın “Sen ne diyorsun ya! Ben kendimi biliyorum!” demeyin. Eğer çok fazla yolculuk yapmamış, baba ocağının dışında yaşamamış ya da, göreceli olarak, rahatına düşkün bir arkadaşsanız zorlanacağınızı bilin ve kabullenin. Eğer şehir dışında okul okuduysanız, askerlik yaptıysanız az buçuk hazırlıklı sayılırsınız.
İlk geldiğinizde turist edasıyla hayran hayran dolaşacaksınız ama bir kaç hafta sonra gerçek hayatla yüzleşmek zorunda kalacaksınız tabii ki.
Burada ki hayat pek matah değil, insanlar odalarda yaşıyor ve sizde büyük ihtimalle öyle olacaksınız. Aynı tuvaleti, aynı banyoyu ve aynı mutfağı kullanacaksınız, vs, vs, vs. İnsanlar sizin hassasiyetinize sahip olmayabilir ve kendinizi ifade etmek başlı başına bir sorun olacaktır.
İngilizce seviyenizin ne olduğunu bilin. SAKIN SAKIN SAKIN “Ben yes/no demeyi bilmiyordum 3 ayda konuşur oldum.” diyenlere inanmayın. Ben o adamların hiç İngilizce konuştuğunu duymadım, duyanda görmedim. Eğer hali hazırda bir kursa gidiyorsanız aynı kurda olabileceğinizi varsayabiliriz. Gramatik olarak... Malesef buradaki seviye tespit sınavları çokta iyi yapılmıyor. Ben gittiğim iki okuldan örnek verebilirim. Ilk okulda elime 50 soruluk bir test verdiler ve yazılı olarak cevaplandırdım, o kadar. Beklediğim gibi bir konuşma testi (ki bence çok daha belirleyicidir) olmadı. Diğer okulda ise yine bir test doldurdum, testte yüksek seviye çıkınca bunun sağlamasını yapmak istediler ve 150 kelimelik bir metin yazmamı istediler. Konuşma yine yok. Farklı okullara giden hiçbir arkadaşım demedi ki “Ben konuşma testi oldum.” Sokakta ki adamı anlayamayacaksınız. Acı ama gerçek. Hayır, hiçbir şekilde anlayamayacaksınız. Bunun hangi seviye olduğunuzla bir ilgisi yok. Ben “Advanced Level” ingilizce ile geldim ve 6 aydır buradayım, halen bir Cockney birşey söylediğinde ya da biri hızlı konuşunca tekrarlatıyorum ya da koşarak uzaklaşıyorum. Bunu tekrarladım ki gerçekte ne olduğunu bilin. İngilizce heryerde İngilizcedir diyorsanız bir Kıbrıslı ile Türkçe konuşmayı deneyin bakalım.
Burada yaşamak hava alanında yaşamak gibi. Malum 1 pound 2.5 YTL civarı, bunun üstüne birde Dünya'nın en pahallı şehirlerinden birinde yaşamak eklenince bazen isyan noktasına geliyorsunuz. Yine Caps Lock tuşuna basayım. SAKIN SAKIN SAKIN “Nasıl olsa İngiltere'de çalışma iznim olacak, hem çalışır hem okurum.” demeyin, öyle diyenlerin gazına gelmeyin. Yasal çalışma izniniz, eğer 27 haftadan fazla süreli bir okula kayıt olmuşsanız ve çalışma izninizin olduğu vizenize işlenmişse, haftada 20 saattir. Saat başınada 5 pound alırsınız. Kazanacağınız bu 100 pound size sadece cep harçlığı olur. Tabii bu arada çalışmak ile öğrenim görmek arasındaki o çizgiyi kaybetmenizde olası. Öğleden sonraları geceyarılarına kadar çalışıp yorulan ertesi gün derse gelemeyen veya gelipte uyuklayan çok insan gördüm.

Bir İngilizin, Fransızın güldüğüne Rus alınabiliyor. Çinliler genelde tek çocuk olduklarından şımarık ve çekilmez olabiliyor. Brezilyalıların sıcaklığını yanlış algılamanız çok olası :) Kültürel farklılık bazen çok yorucu olabiliyor.
Bunlardan etkilenen insanlar içine kapanıp kimseyle konuşmaz görüşmez ya da sadece kendi ülkensinden insanlarla görüşür oluyor ki ikiside yurtdışına eğitim öğretim için çıkmanın doğasına aykırı.
Yaptığınız bu yatırım uzun vadede sizi tatmin edecek mi? Şu anda varolduğunuz kurulu hayatı, geçicide olsa, geride bırakıp gelebilecek kadar cesur musunuz? Buraya İngilizce öğrenmeye mi geleceksiniz yoksa bildiğiniz İngilizceyi ilerletmeye mi?
Korktunuz mu? Merak etmeyin bu kadar korku olağandır ve de iyidir. Önlem almanızı, daha iyi hazırlanmanızı sağlar. Kendiniz tanıyın demem boşuna değil. Bütün bunlara göze alacak biri misiniz?

Eğer yeteri kadar cesursanız değeceğini göreceksiniz.





2 yorum:

  1. Brazilian Club'ın ismi Guanabara. http://www.guanabara.co.uk/

    Bu arada aydin bey. Sen kola, soda ictin, temiz cocuksun, bizi cizmissin valla. alacagin olsun :p

    YanıtlaSil
  2. Crown Eğitim olarak yurtdışında eğitim görmek isteyen cesur kişilere yurtdışı eğitim danışmanlığı hizmeti veriyoruz. Bu bakımdan tecrübeleriniz bizim için değerli.:)

    YanıtlaSil